Selamünaleyküm.
Neden bu kitabı tercih ettim?
İlk yazımda “bu blog, günlerimi gelişigüzel bir yaşanmışlıktan kurtarıp bilinçli ve keyifli bir değerlendirmeye dönüştürme gayretimin şahididir” manasına gelen bir şeyler söylemiştim. Bu noktada “Din Okuryazarlığı” kategorisi altında, hayata bakışımı şekillendiren dinimi “kulaktan duyma bilgiler, gelenek ve görenekten gelen teamüller ve sağdan soldan edindiğim garip fikirlerle” değil de -elbette bunları da yabana atmadan- kaynağından öğrenme gayretime şahit olan yazılar bulacaksınız.
Elbette geçmişte bu konuya dair çok okuma ve araştırmalarım oldu fakat yeniden başlarken ilk olarak neden bu kitabı seçtiğimden bahsedeyim.
Öncelikle detaylı bir çalışmadan ziyade siyeri genel hatlarıyla öğrenebileceğim ve siyerdeki büyük resmi görebileceğim tabiri caizse siyer okuryazarlığı tadında bir giriş yapmak istedim. Siyere giriş babında kısa, öz ve olayların detaylarına inilmeden ortaya koyulan bir anlatıma sahip bir kitap ararken bunu buldum. Bu amacıma daha uygun, daha faydalı ve daha verimli kitaplar yok mudur? Elbette vardır ya da olabilir fakat bu kitabı hatırlayamadığım bir şekilde daha önce almış ve kitaplığıma koymuşum. Elimin altında bir tane varken, onun mahiyetinden henüz haberdar değilken ve kriterlerime de uyuyorken neden yeni bir arayışa gireyim düşüncesinden hareketle okumaya karar verdim.
Kısa ve öz bir kitap olduğu için ucu açık kalan, yarım bırakılmış hissi uyandıran ve aklınızda cevapsız sorulara sebep olan satırlar olmuyor değil ama insanı bu eksikleri tamamlamak üzere daha geniş ve detaylı bir okumaya sevk etmesi onun bu eksiğini unutturuyor.
Okumama dair notlarıma geçecek olursak:
Cahiliye karanlığından ne kadar uzağız?
Cahiliye döneminden bahsedilirken kullanılan karanlık kelimesinde duraksadım: karanlık bir cehalet devri. Acaba nasıl bir karanlık? Neden böyle anılıyor? Cahiliye döneminin karanlığı anlatılırken verilen bariz örnekler arasında şunlar var: putperestliğin yerleşmiş olması, insanların derin ve kör bir cehalet içinde bulunmaları, kızların diri diri toprağa gömülmesi, faizin yaygın olarak işlev görmesi, köleler, esirler, haksızlıklar, kabile çatışmaları, kadınların meta olarak görülmesi vs.
Cahiliyenin karanlık sıfatıyla nitelenmesi ve ardına binbir kötülüğün sıralanmasından ötürü istifadem biraz azalıyor gibi hissettim. Yani cahiliye öyle karanlık, toplumun öylesine insanlıktan çıktığı, adaletin dipsiz kuyularda unutulduğu ve ahlaksızlığın ise alabildiğine yayıldığı öyle mel’un bir dönemmiş ki bizimle uzaktan yakından alakası yokmuş gibi bir anlamla karşılaştım havsalamda. Haliyle kendimden uzak gördüğüm bu meseleden istifademin de az olduğunu idrak ettim.
Kitabın ilerleyen sayfalarında farklı başlıklar altında insanlık timsali bazı örnekler de gördüm. Özellikle haram aylar uygulaması yani belli aylarda savaşmanın ve pek çok kötülüğün yasak oluşu ve insanların çoğunluk olarak buna riayet etmeleri dikkatimi çekti. Böylesine karanlık bir devirde böylesine hürmet ve kabul görmüş güzel bir adetin cari oluşu aklımı karıştırdı. Cahiliye melun bir dönem değil miydi halbuki? İyiliğin ne işi vardı orada?
Bu tezat üzerine düşünürken günümüzü tefekkür ettim biraz da: anne karnında kürtaja maruz kalan bebekler ve bunu hak bilip protesto eden kadınlar, faiz üzerine kurulu ekonomik sistemleri benimsemiş Müslüman toplumlar, sosyal haklarla korunmaya çalışılsa da köle gibi çalıştırılan işçiler, bürokrasinin bilmem hangi pozisyonlarında yapılan haksızlık ve usulsüzlükler, güya pek çok medeni hakka kavuşmuş olan kadınların alakasız reklamlarda bile cinsel bir meta olarak boy göstermesi… Bunlarla aynı zamanda haram aylar misali olan Ramazan ayında ülkeye inen sükunet, dünyanın dört bir yanındaki muhtaçlara ulaştırılan insani yardımlar, muhtelif dernek ve vakıf bünyeleri altında birbiriyle gereksiz mücadele içindeyken milli meselelerde sıkı bir kenetlenme ile bir araya gelen insanlar vs…
Cahiliyeninki kadar değil belki ama bizim de karanlık hallerimiz, cahiliyenin de bizden daha iyi olmayan insanlık timsalleri var. Böyle düşününce karanlığı toplum vicdanının azap içinde oluşuna matuf bir manada tefekkür ettim. Halbuki şimdi de öyle…
Her gün cehaletle gelişigüzel bir şekilde yaşamlarını devam ettirirken günü kurtarmaktan başka insanlık için pek de bir fayda ortaya koyamayan ve dünya çapında adalet vaat eden kuruluşların seyirlerine malzeme olan çaresiz, mağdur ve mazlum insanların vicdanlarındaki derin rahatsızlık…
Elbette vicdanlar rahatsız ama öte yandan yeni gelişmeler, güzel haberler, açan güneşler ve yüzlerini “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin” ayetine çeviren güzel insanların var olmaları, ortaya çıkmaları, görünmeye başlamaları…
Hasılıkelam durakladığım o karanlık kelimesi bende “karanlık cahiliye toplumunun azap çeken vicdanında saklı kemalat o gün pek çok şeyi elinin tersiyle itmekle kalmayıp büyük riskler alarak açan güneşleri, doğan güzel insanları nasıl kucakladıysa bugün daha da coşkuyla kucaklayacak ve hak ettiği yere taşıyacaktır” tefekkürünü ve ümidini yeşertti.
Şimdilik tek bir tefekkürümü paylaşmakla iktifa edip, duraksadığım diğer satırlara dair kısa notlarımı sıralıyorum; ta ki sizde de güzel tefekkürlere vesile olsun:
- Hz. Ömer örneğinde olduğu gibi bir ayet işitip tesiri altında imana girmek nasıl bir iştir?
- O günkü şartlarda emri kayıtsız şartsız ifa, hükmü itirazsız infaz edilecek olan bir kral, Necaşi dahi kendine iltica eden Müslümanları şikayete gelen müşriklere karşı kendisi de bir gayrimüslim olduğu halde sormadan, yargılamadan ve Müslümanlara söz hakkı tanımadan hüküm vermiyor, infaz etmiyor. Heyhat…
- Dikkat çekicidir ki Allah Resulü Taif dönüşünde Mekkeli bir müşriğin himayesinde Mekke’ye girmiştir. Cımbızla seçilen bir vakıadan hüküm çıkarmak haddimize değil elbet ama toptan bir zihniyetle gayrimüslim ya da müşriklerle iş yapılamayacağını, ileri seviyede muhatap olunamayacağını düşünmek de isabetli olmayabilir. Her meselede olduğu gibi işin ehline yani fakihlere başvurmamız icap eder.
- Sahabenin o günkü halini tefekkür etmeye çalıştığımda “en adisinden en alisine her bir davranışına mukabil her an bir ayetle gelecek ilahi ikazın ihtimali bir ürkme hissiyle beraber tarifsiz bir huzur da veriyor olmalı” diye düşündüm.
- Azatlı bir kölenin sahabenin başına kumandan olarak tayininden bahisle insana insanlığı ve müminliği hasebiyle değer veren bir din olan İslam için eşitlik kavramına dem vurmak frengi okumuş zihinlerin İslamı garbın idrakine sevdirme ve şirin gösterme gayretinden midir acaba?
Selametle…
tebrikler başarılı bir yazı…